Monday, September 10, 2012

Baba zil çalıyor derse girsene..

En uzun tutuklululardan Mustafa Balbay’ın eşi Gülşah ve çocukları Yağmur ile Deniz de nasiplerini fazlasıyla alanlardan bu tutukluluk günleri zulmünden... Yağmur sekiz yaşındayken, Deniz de ilk 29 günlükken tanıştı yıllarca devam edecek bu sürecin başlangıcıyla...


Cumhuriyet - Baba zil çalıyor derse girsene..
En uzun tutuklululardan Mustafa Balbay’ın eşi Gülşah ve çocukları Yağmur ile Deniz de nasiplerini fazlasıyla alanlardan bu tutukluluk günleri zulmünden... Yağmur sekiz yaşındayken, Deniz de ilk 29 günlükken tanıştı yıllarca devam edecek bu sürecin başlangıcıyla...
Bir gece ansızın geliyor 10-15 polis birden... Kapının çalışını, polislerin hızla eve girmelerini, Mustafa Balbay’ı kollarından tutarak oda oda dolaştırıp arama yapmalarını, arama yaparken pek çok şeyin özellikle de çok sevdikleri Atatürk resminin çerçevesiyle kırılmasını derin bir kederle hatırlıyor Gülşah Balbay...
Yağmur o zaman daha sekiz yaşında ve uyuyor... Uyandığında kavramakta zorluk çekiyor pek çok şeyi; bilgisayarını alıyorlar, içinde raporlar aramak için, “Virus varmış, temizleyecekmiş amcalar” diye açıklanmaya çalışılıyor durum, babasına çok düşkün Yağmur’a.
Deniz daha o zaman 29 günlük, pek bir şey fark etmiyor. Zaten beş gün sonra da geliyor Balbay... Ama sekiz ay sonra yeniden aynı sahneler yaşandığında ve gelmesi gecikince hayat zorlaşmaya başlıyor, hem çoçuklar hem Gülşah hem de anne-babası için...
İlk gözaltına alındığında Balbay, kucağında bir bebek, yanında bir çocuk, çekmecelerin hepsi karıştırılmış, ev darmadağınık; çok sevdikleri resmin niye kırıldığı sorulduğunda, “Belki rapor sakladınız” yanıtı bir tiksinti uyandırıyor. Gülşah Balbay da uzun süre evde hiçbir şeye dokunmak istemiyor, ciddi bir travma, bir şok yaşıyor... Günlerce yataktan çıkamıyor, “Bırakın çocukları kendime bir hayrım dokunacak durumda değildim’ diyen Gülşah’ın imdadına annesi yetişiyor. Anne ve babası yanlarına taşınıyor, sıkıntıyı hep beraber daha rahat atlatmak için...
“Destek olan çoktu... Gerek okul yönetimi, gerek gazete büyükleri gerek komşular hep yanımızda oldular. Önceleri gerçekten böyle bir örgütün var olduğunu sananlar, çocuklarını çocuklarımızla oynatmak istemeyenler, bizi dışlayan komşularımız bile sonra yanımızda olmaya başladılar” diyen Gülşah Balbay’a göre pek çok şey geride kaldı, ama hâlâ zorluk yaşadıkları sorunlar da yok değil...
Çok arama yapıldığı için...
Yağmur önceleri çok olumsuz etkilense de durumu kavradıktan sonra hem anneye hem babaya destek olmaya çalışıyor, ama Deniz, durumu bir türlü bildiği bir biçime oturtamıyor. Çok arama yapıldığı için cezaevini havaalanı zannediyor. Görüşlerin sonunda zil çaldığında bazen “Baba zil çalıyor okula gitsene” diyor, bazen de tutup elinden “Haydi hep beraber gidelim” diye kapıyı gösteriyor...
Eskiden görüşler çok kötüydü diye anlatıyor Gülşah: Yağmur’un saçından tokaları çekerek çıkarıyorlardı. Üç kez arama yapılıyor, hırpalanıyorduk. Öyle bir hale geliyorduk ki moral verecek halimiz kalmıyordu ama bunları çok sonra gazetelerde çıkınca öğrendi Mustafa, biz hiç anlatmadık.
Milletvekili olduktan sonra aramalar filan daha rahat oldu, şimdi çok daha iyi davranıyorlar, ama biz tüm yurtseverlerin serbest bırakılmasını istiyoruz. Artık adalet diye bir şeyin olmadığını çok rahat söyleyebiliyorum. Bu o kadar aşikâr ki...
FAHRETTİN KESKİN
DHKP-C davasından ağırlaştırılmış müebbet alan Ufuk Keskin’in babası
Devlete de adalete de güvenim yok
Her anne baba gibi güzel hayaller kuramıyor çocukları için... Evlenecekler, yeni bir hayat kuracaklar... Bunları aklından bile geçiremiyor. 15 yıldır başını her yastığa koyduğunda acaba çocuklarım bugün de hayatta kalabilecekler mi diye endişe ediyor... Çünkü ne devlete ne de adalete güveni kalmış Fahrettin Keskinin... O bir baba, hem de 15 yıldır iki çocuğunun yolunu gözlüyor... Dışarıda 15 yıldır sarılamadığı iki evlat... Ağır müebbet almış iki gencecik yürek... Ufuk Keskin Mayıs 1998den beri cezaevinde bulunuyor. DHKP-C davasından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı. Kız kardeşi Yıldız Keskin ise Hayata Dönüş operasyonlarına sayılı günler kala Aralık 2000de gözaltına alındı ve yine ona da ağırlaştırılmış müebbet hapis verildi.
Çocuklarım içeriye alındığından bu yana hayatım, yolum, düşüncem, her şeyim büsbütün değişti diye başlıyor söze Fahrettin Keskin. Oğlum şu anda 36 yaşında. Dışarıdayken, tekvando, karate hocalığı yapıyordu. Bir sabah evimizi bastılar... Kapıyı açtığımda yüzüme dipçikle mi vurdular ne yaptılar bilmiyorum, tüm ön dişlerimi kırmışlar... Çok sonra eşimin uyarmasıyla fark ettim dişlerimin kırıldığını... Ufukun kafasına poşet geçirdiler. Evde resmen karakol kurdular. Evi arayan polislerden biri izin istedi namaz kılabilir miyim diye... Hanım yan odayı gösterdi... Sonra bize dönüp Sizi rahatsız etmeyeyimdedi... Bu nasıl bir vicdansızlıktır...
lum şeker hastası. 15 yıldır aralarında Ümraniye, Bayrampaşa, Edirne, Kırıkkale, Kandıra, Bolunun da olduğu birçok cezaevini dolaştırdılar. Şu anda Bolu F Tipi Cezaevinde kalıyor.
19 Aralık Hayata Dönüşoperasyonlarında iki çocuğum da Ümraniye Cezaevindeydi. Beş gün cezaevinin kapısında sabahladım. Çocuklarımızı öldürecekler diye çok endişelendik. Ufuk bir Edirnede bir de Kandırada kendini ateşe verdi. Kandırada kendini yaktığı zaman hücresine yani devlet malına zarardan 2 yıl görüş cezası aldı. Şimdi bunun cezasını çekiyor. Cezaevine görüşe gitmeden mutlaka arıyorum cezası var mı diye... Ufuk cezaevine girdikten sonra kızım Yıldız ile sürekli görüşüne gidiyorduk. Bu görüşler sırasında kızım defalarca gözaltına alındı. 19 Aralık Hayata Dönüş operasyonuna sayılı günler kala onu da tutukladılar. Kızım şu anda Gebze Kadın Cezaevinde kalıyor.
Bir kızıma, bir oğluma gidiyorum
Elimden geldiği kadar bir oğlumun, bir kızımın görüşüne gidiyorum. Zaman zaman aynı güne denk geliyor. Öyle olunca birine annesi, birine ben gidiyorum. Ben çocuklarım için her zaman korkuyla yaşıyorum. AKP iktidara geldiğinden bu yana 1000in üzerinde kişi hapishanelerde hayatını kaybetti. Benim tek korkum, 2 tane çocuğum cezaevinde. Elim yüreğimde, acaba benim çocuklarım da böyle olaylarla karşılaşacaklar mı diye düşünüyorum. Hep o korkuyu yaşıyorum. Almışlar 2 çocuğumu, canımdan mı korkacağım artık... Hiç şüphe yok, devletin bu davranışıyla hiç şüphe yok. Devlete güvenim yok...
Otogarda sabahlıyorum
Bir benim emekli maaşım var. Başka da bir gelirimiz yok. Ama bizden çok daha kötü durumda olan insanlar var. Her hafta gidecek para bulamıyoruz. Bulamadığınız zaman gitmiyoruz. 3 hafta gidemediğim zaman yol parasını oğluma, kızıma harçlık olarak gönderiyorum. Gidemediğim zaman hayatlarından endişe ediyorum. Öldüler mi sağlar mı?.. Boluya en geç saatteki otobüse biniyorum, gidip otogarda sabahlayıp öyle cezaevine gidiyorum. Önce görüşme öğleden sonraydı. Şimdi sabah 10.45e aldılar. Mecburen gidip orada sabahlıyorum... Biz Karadenizliyiz ve biraz milliyetçi bir aileden geliyoruz. Çocuklarım içeri alındıktan sonra yakın akrabalarım dahil komşularımızdan hiç kimseden destek görmedik. TAYADdan gelip soran olmazsa, içeride ölsek kimsenin haberi olmayacak.
SIRMA EVCAN
Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın ablası
Küçüğümü koruyamadım
Biz yazı dizisini hazırlarken Prof. Dr. Büşra Ersanlı hâlâ cezaevindeydi. Ablası Sırma Evcan, kardeşini koruyamadığı için biraz da burukluk ve suçluluk yaşıyordu. Onların özlemi sona erdi ama Sırma Hanımın yaşadıklarını, gözaltı sürecini ve tutukluluk günlerini kendisinden dinleyelim:
Büşra bir sabah telefonla arıyor; polislerin geldiğini, ifade almak için Muğla Emniyetine götüreceklerini söyledi. Büşra, BDP Parti Meclisi üyesi, partinin Anayasa Komisyonunda... Uzun bir süredir partilerinden tutuklamalar oluyor, ama pek de ihtimal vermiyorum Büşranın tutuklanacağına. Bunları düşünürken, Büşranın İstanbuldaki evinde kalan yeğenim Yıldızdan bir telefon geliyor, polislerin evi aramaya geldiklerini söylüyorlar. O zaman bir korku duydum.
14 ve 12 yaşlarındaki torunlarımla oturuyorum; normal davranmaya çalışıyorum, ama gidişatın iyi olmadığını anlıyorum artık.
Bir süre devam eden şaşkınlık ve anlayamama halinin ardından İstanbula getiriliş ve nihayet Bakırköy Kadın Cezaevine gidiş gelişler başlıyor.
Büşranın çocuğu yok, anne-baba da yok... Görüşçüler arasında küçük dostluklar, dayanışmalar başlıyor. Yeğen Yıldız, Büşranın meslektaşı Dr. Nesrin Uçarlar ve sinemacı ve yazar Melek Taylan’la (Ulagay) bu gerçekten çok üzücü süreci -cezaevine gidiş gelişleri- birlikte geçirdik. En gergin süreci Silivriye götürülme süreci oldu.
Çocukların doğum gününü unuttum
Bu süreçte başka hiçbir şey yapamadım. O bana git tatil yap, çocuklarının yanına git biraz filan diyordu, ama ben çocuklarımın doğum gününü bile unuttum. Galiba Büşranın benim küçük kardeşim olmasının da etkisi oldu. Yani onu koruyamadımgibi bir sorumluluk mudur artık bilemiyorum.

KAPININ  KIRILMASI  KORKUTTU
Büşra’nın üniversitedeki odasının basılması, kapsının kırılması beni çok korkuttu. Hâlâ da anlayabilmiş değiliz kimler, neden yaptı öyle bir şeyi.
Bu süreçte kedileri Mestan ve Fistan da tanınmış kediler oldular. Çok sevgili Aslı Aydıntaşbaş sayesinde. Onlar 16 yaşlarında iki kedi ve Büşra cezaevindeyken ölseler çok kötü olurdu. O nedenle birkaç ay yeğenimiz ve daha sonra da Büşra’nın yardımcısı onlara çok iyi baktı. Cuma görüşlerinden sonra da ben Büşra’nın evine gelip onlarla bir, bazen iki gün kalıyordum hafta sonları. Çok özen gösterdik onlara, onlar da Büşra’yı beklemeye karar verdiler.ALINTI