Sunday, April 8, 2012

DÜNYA ÇİNGENE GÜNÜ İÇİN

DÜNYA ÇİNGENE GÜNÜ İÇİN
"Çarmıha Gerilen Çingeneler"

Çingenelerin bin yıllık kültürü "çiçekçi", "falcı" gibi mesleki tanımlamalara indirgendi, yaratılan klişeler önlerine hep bir engel olarak çıktı; haklarında hurafeler üretildi.
Gupse Gamze TOKGÖZ
İstanbul - BİA Haber Merkezi 07 Nisan 2012, Cumartesi
Gupse Gamze Tokgöz'ün Çingeneler üzerine yaptığı uzun soluklu çalışmayı Dünya Çingene Günü dolayısıyla beş bölüm halinde yayınlıyoruz.

Dünyanın farklı yerlerinde benzer söyleyiş biçimleri olduğu gibi Türkiye'de de kullanılan bir ifade olan "yarım insan" deyişi ile bin yıllık bir tarihe sahip olan Çingenelerin "tam insan" yerine konmadığı vurgulanır. Yasa önünde eşit ve "tam"; ancak sivil alanda "yarım" olarak görülen bir toplum olan Çingeneler, gün geldi insan yerine konulmadı, gün geldi ağızlarda küfür olarak dolaştı; ancak daha da önemlisi var ki o da çoğu zaman bir toplum ya da bir alt kültür olarak bile algılanmadıkları...
Günümüze kadar süregelmiş "Çingene kalıpları"nın dışında yaşayan biri olan Mustafa Bilen, uluslararası bir firmada pazarlama iletişim uzmanı olarak çalışıyor ve aynı zamanda "Takım elbiseli Çingene" adlı bloğunda yazarlık yapıyor.
Kendisinin bir Çingene olduğunu insanlara inandırmasının zor olduğunu belirten Mustafa Bilen, bunun sebebini ise düzenli bir iş hayatı olmasına, belli bir sosyal statü kazanmış olmasına ve insanların bu tür özelliklerini Çingenelikle bağdaştıramamasına bağlıyor. Bilen'e göre aslında bunun kökünde yatan sebep ise Çingeneliğin insanların gözünde bir toplum olarak değil, bir meslekler grubu olarak var olması.
Bilen; "İnsanlar Çingeneleri fasıllara giden, keman ve darbuka çalan, sokakta çiçek satan ya da falcılık yapan kişiler olarak görüyorlar," diyor. Kendisi bu meslek gruplarının dışında kaldığı için halkın gözünde Çingenelerin arasına dahil edilmediğini belirten Mutafa Bilen; "Türkiye'de Çingeneler bırakın bir toplum olarak algılanmayı, bir alt kültür olarak bile görülmüyorlar" diyor.
Büyükbabaları İber Yarımadası'ndan Balkanlar'a ve ardından da Anadolu'ya göç eden Mustafa Bilen, aslında içinde tam bir Çingene ruhu taşıdığına; ancak bunu günlük rutin hayatı sebebiyle dışa vuramadığına dikkat çekiyor.
Eğitim bursu alarak çok iyi okullarda okuduğunu ve mevkii olarak iyi bir yere geldiğini ifade eden Bilen, yaşadığı sosyal kesimden ötürü kendi kültürünü korumasının güç olduğunu belirtiyor ve bunu şöyle dile getiriyor: "Ben bir Çingene çocuğuyum, kendi kimliğimi bırakmadım, işim var, takım elbisem var, bundan altı ay sonra da diyelim ki bir yerin müdürü oldum... Benim artık bir şekilde o yüksek mertebenin yemeklerine katılmam, onlarla operalara gitmem, onları evime davet etmem gerekecek; ancak ben o insanları kendi evime davet ettiğim zaman tutup iki tane darbukacı bir tane kemancı çağırırsam o insanların bana karşı kötü bakışlarına maruz kalırım."
Mustafa Bilen, bunun sebebini insanların gözünde kendi kültürünün eğitimsiz görülmesine ve yapılmaması gereken birçok davranışı barındırmasına bağlıyor.
"Yahudilerin azimine hayranım, Çingenelerde bu yoktur"

Mustafa Bilen'e göre soy ağacının bireye yüklediği olumsuz sıfatları kişinin üzerinden atabilmesinin ve sınıf atlamasının iki yolu var: Birincisi eğitimli olup kariyer yapmak, ikincisi ise bir şekilde paraya ulaşmak ve paranın verdiği gücü kullanmak.
Bilen, Yahudi toplumunu ikinci seçeneğe örnek olarak göstererek; "Tarihte hangi toplum Yahudileri kabul ediyordu? Neredeyse hiç. Kapital toplayıp iş sahibi olarak farklı toplumlar tarafından kabullenildi Yahudiler. Azimlerine hayranım, Çingenelerde bu özellik yoktur mesela" diyor.
Mustafa Bilen bir anlık tereddüde düşüyor ve adeta sesli düşünüyor: "Çingenelere biraz azim aşılanması gerektiğini düşünüyorum; ama bir yandan da bu duyguyu kazandıkları anda ortada Çingene kültürüne bağlı bir toplumun kalmayacağı gerçeği aklımı kurcalıyor. Ben hem iyi bir yaşam standardı, hem de kültürümü istiyorum; ama Çingenelere ait olmayan bir hissi de özümde var ederek aslında kendimle çelişiyorum."
Kültür ve azmin çelişkisi işte böyle yaşanıyor. Bu çelişki ise kuşkusuz ki hayatını sürdürebilme ve toplum içinde var olabilme güdüsünden ileri geliyor. Bu süreç içerisinde ise bilindiği üzere birçok sorunla karşılaşılabiliyor...
Özbayraktar: "İstifaya Zorlandım"

 Örneğin Türkiye Romanlar Derneği Başkanı Serdar Özbayraktar, bir Roman için toplum tarafından kabul edilmenin her zaman çok önemli olduğunu vurguluyor; çünkü Özbayraktar, 1985 senesinde bir vergi dairesinde memur olmuş, ancak iki yıl sonra Çingene olduğunun öğrenilmesi üzerine aktif olan bir görevden pasif bir göreve alınmış. Özbayraktar; "Görevimin değişimi üzerine istifa etmek durumunda bırakıldım" diyor.
Özbayraktar ekliyor; "Bu zamana kadar Türkiye'de yapılan her şey Çingenelere mal edilmiştir; Çingeneler fuhuş yapar, eroin satar, hırsızlık yapar gibi... Aslında bilmezler ki Çingeneler Türkiye vatandaşlarının en verimli insanlarıdır; ama Çingenelere işini yaparken paşam deniyor; öteki türlü de maşam."
Geleceğimizi öğretmenlerin önyargıları belirliyor

Özbayraktar, aynı zamanda tüm Çingenelerin bir şekilde yerleşik hayata geçmesi ve yaşanılan yere entegre olması gerektiğini savunuyor. Toplum tarafından kabullenilmenin en önemli unsur olduğununu belirten Özbayraktar, bunun da öncelikle eğitimden geçtiğini belirtiyor.
Özbayraktar'la aynı fikirde olan Mustafa Bilen ise eğitim konusundaki yetersizliği şöyle dile getiriyor: "Bir öğretmenin ataması Çingene mahallesine çıktığı zaman öğretmen kendini sürgüne gönderilmiş gibi hissediyor. Mesleğine böyle bir zihniyetle yaklaşan bir öğretmenin öğrencileriyle arasında iyi bir ilişki kurmasını bekleyemezsiniz. Bunun yanında Çingeneler genelde teknik okullara, oradan çıkınca da sanayi mahallelerine gidiyor, yani çok bir değişim olmuyor çevre yaşantılarında... O zaman nasıl Çingenelerin gelişmesini beklersiniz?"
Çingenelerin eğitimine giden yol öğretmenlerden, öğretmenlerin verimli eğitim vermelerine giden yol ise negatif algılardan kurtulmalarından geçiyor. Bunun için de öncelikli olarak toplumdaki "Çingene algısı"nın değişmesi ve halkın önyargılardan soyutlandırılması gerekiyor. Yani bu aşamada sadece Çingenelerin değil, onların yanında Gacoların* da eğitilmesi gerektiği gerçeği ortaya çıkıyor.
Önyargıların kökeni

Çingenelik yüzyıllar boyu çeşitli hurafelere konu oldu. Bunun sebebi halkın Çingenelerle aralarına mesafe koymak istemesiydi.
"Çingeneyiz Biz" adlı kitabın yazarı ve "Çingeneyiz.org" adlı sitenin editörü Ali Mezarcıoğlu "Neden onların da bizler gibi toprakları ve hayvan sürüleri yok, neden onlar sürekli hareket halindeler?" gibi sorulara verilen yanıtlarla bu mesafelerin oluşturulmaya çalışıldığına dikkat çekiyor.
Mezarcıoğlu; "Ne yazık ki ülkemizde de bu tip efsaneler fazlasıyla bulunuyor ve bu efsanelerin etkisi altındaki bireyler ise Çingenelere karşı negatif bir tavır içerisinde olabiliyorlar" diyor. Mezarcıoğlu'na göre, Çingeneler şimdiki durumları hakkında geçmişlerinden ötürü suçlu gösteriyorlar.
"Çarmıha Gerilme Efsanesi" dünyada Çingeneler hakkındaki sayısız örnekten sadece biri. Bu efsaneye göre Çingeneler, Hz. İsa çarmıha gerilirken kullanılan çivileri yaptıkları için, Tanrı tarafından lanetlenmişler ve bitmeyecek bir göçebelikle cezalandırılmışlardır. Görülen o ki, Çingenelerin yaşayışları toplumlar tarafından bir ceza olarak algılanıyor böylece olumsuz algılara sebep açan hurafeler de geçmişten günümüze taşınıyor.
Günümüzde halen daha Çingene dendiğinde akla gelen birçok yargılayıcı sıfatın kaynağı olan bu hurafeler ve yarattığı imajdan kaçınmak isteyen kişiler ise son yıllarda Roman kelimesine sığınıyor, böylece hakaret etmek yerine bir kültüre atıf yaptığını düşünülüyor.
Peki ya hangisi doğru; Çingene mi, Roman mı?
Gacolar tarım ve hayvancılıkla uğraşırlar.


İlle de Roman mı Olsun?

"Çingene" nedir? Bir hakaret mi, yoksa bir kültür mü? Bir hakaret sözcüğü gibi kullanılagelen "Çingene" kelimesinin yerini son yıllarda "Roman" aldı. Ancak bu tartışmalı bir konu. Kimi kesime göre "asıl hakaret" Çingene'ye "nezaketen" Roman demek.
Bir kutu alın ve içine beğenmediğiniz şeyleri doldurun. Kutuyu "hoşlanılmayan şeyler" olarak adlandırın. Yıllar geçsin, siz aslında kutunun o kadar da kötü olmadığını, "hoşlanılmayan şeyler" olarak adlandırılmasının kutuya hiç yakışmadığını, hatta bu yakıştırmanın ona bir hakaret olduğunu düşünün.
Sonra kutu hakkındaki fikriniz değişsin yavaş yavaş. Ancak içindeki şeyleri alıp değiştirmek yerine gidip yepyeni ve eskisiyle aynı görünen bir kutu alın. Bu kez "hayatımdaki iyi şeyler" gibi, öncekinden farklı bir şekilde adlandırın. Eski kutunuz orada dururken, ona tıpa tıp benzeyen yeni kutu farklı bir şeymiş gibi düşünebilir misiniz? Yeni kutunuzu farklı bir isimle en baştan yaratabilir misiniz?
Çingene ve Roman ikiliği işte tam anlamıyla böyle bir boyut kazanıyor Türkiye'de. Geçmiş yıllarda Türk Dil Kurumu'nda dahi "mecazi anlamda cimri" olarak geçen bir kelimenin içi yıllarca negatif anlamlarla dolduruldu, toplum tarafından "argo" kelime olarak küfür yerine kullanıldı. Sonra kelimenin içinde barındırdığı anlamlar değiştirilmeden kelimenin kendisi değiştirildi.
Bu değişim hem akademik hem de toplumsal anlamda gerçekleşti.
Son birkaç senedir ise "Çingene" sözcüğünün yerini alan "Roman" kelimesi ile kutunun içi yeniden farklı şekilde doldurulmaya çalışılıyor; ancak "Çingene kutusu" her daim göz önünde duruyor. "Eski kutu" gözardı ediliyor; çünkü kelime kullanıldığında içinde barındırdığı anlamların kişi tarafından da onaylandığı imajı yaratılması istenmiyor.
Sokak ağzı ve elit

Pazarlamacı olarak çalışan 26 yaşındaki Esin Çalık da bu ikilemde kalanlardan biri.
Çalık'a göre, Çingene kelimesi toplum tarafından bir küfür olarak algılanıyor ve "Çingene" kulağa daha çok "sokak ağzı" olarak geliyor. Diğer yanda "Roman" kelimesi ise daha "elit" bir tabakayı ifade ediyor.
Yaşadığı ikilemi şöyle açıklıyor: "Sanki samimi bir ortamda Çingene diyebilirsiniz ama tanımadığınız insanların arasında Roman demek zorundasınız; yoksa ayıp olur yanlış anlaşılırsınız, hatta hakaret ediyor izlenimi verirsiniz gibi bir durum var ortada".
Bu ikilemi yaşayan tek kişi o değil.
Gani Dudu da Çalık'la aynı düşünceleri paylaşıyor.
Geçmişten günümüze bilincinde yer alan algıları değiştirmekte zorlandığını belirten 70 yaşındaki Gani Dudu; "Eskiden hep Çingene derdik. Kötü anlamlar da çağrıştırırdı elbet; sanki 'pasaklı', 'hırsız' demişsiniz gibi... Şimdi Roman diyoruz ki daha düzeyli bir kültürü ifade etsin" diyor ama soruyor; "Aslında aynı şeyi ya da kişileri ifade etmeleri gerekmez mi?"
Hitap konusunda yaşanılan bu ikilem aslında halkın kendi içinde çelişmesine de neden oluyor. Zira yazı dizisini hazırlarken görüştüğüm kişiler kendilerine yöneltilen tüm soruları yanıtlarken "Çingene" ifadesini kullanıyor; ancak "Roman mı, Çingene mi şeklinde hitap etmeli" diye sorulduğunda ise tereddütsüz "Roman" şeklinde cevap veriyorlardı. Anlaşılan insanlar kendilerini Roman kelimesine alıştırmaya çalışıyor.
Peki ya bu "zorlama süreç" gerekli mi?
"Negatif algı kelimeyle beraber taşınabilir"

"Çingeneyiz Biz" adlı kitabın yazarı ve aynı zamanda "Çingeneyiz.org" adlı sitenin de editörü olan Ali Mezarcıoğlu'na göre nesne değişmedikten sonra kelimenin nasıl adlandırıldığının hiçbir önemi yok.
"Negatif algı nesne üzerinden üretilmekte ve kelimeye yüklenir. Kelime değiştirilirse negatif algı taşınabilir ya da yeniden üretilebilir" diyor Mezarcıoğlu.
Kelimenin değil, kelimenin barındırdığı anlamların değiştirilmesi gerektiğini düşünen, bu nedenle de Roman değil, Çingene şeklinde hitap edilmesi gerektiğini savunan Ali Mezarcıoğlu'nun aksine; Türkiye Romanlar Derneği Başkanı Serdar Özbayraktar ise, Roman kelimesinin kullanılması gerektiğini savunuyor.
Bayraktar, Çingene olmaktan gurur duyduğunu belirtiyor; ancak ekliyor: "Çingene aşağılayıcı bir kelime olarak görülüyor, oysaki Roman kelimesi biraz daha kibar, biraz daha sosyetik; bu yüzden biz bunu tercih ediyoruz. Çingene dendiği zaman hep aşağılık, hep toplumdışı, topluma entegre edilememiş insanlar algılanıyor. Bu sebeptendir ki bize Roman ibaresi kullanıldığında hoşnut oluyoruz"
Toplumda kabul edilmenin önemli bir etken olduğunu savunan Özabayrak, aslında iki ifadenin de kabul edilebileceğini ancak herhangi bir kişinin Çingene kelimesini olumsuz bir tonlamayla "Gel buraya Çingene!" gibi hakaret amaçlı kullanması durumda bunun gözardı edilmeyeceğini vurguluyor. Vurgudaki anlamın, kötü amaçla mı söylenip söylenmediğinin peşine düşmektense Roman kelimesinin kullanılması gerektiğini düşünüyor
"Çingene affedersin adamın dilidir!"

İstanbul'un yok olmaya yüz tutmuş tarihi Çingene Mahallesi Sulukule'de yaşayan vatandaşlar ise kendilerine Roman denmesini istiyor.
Ancak onlar bu ayrımı sadece hitabet anlamında yapmıyorlar; çünkü onlara göre Çingene ve Roman arasında büyük farklar var.
"Çingeneler göçebe olur, biz o şekilde değiliz Allah'a şükür" diyerek Çingenelerin göçebe özelliğini vurgulayan ve bu nedenle kendilerini Çingene toplumunun dışında gören Sulukuleliler, kendilerine "Çingene muamelesi" yapılmamasını istiyorlar.
18 yaşındaki Çağatay Hergünkoşar yan tarafta yıkımdan sonra açılmış boş bir araziyi göstererek, "Bak Çingeneler şuraya çadırlarını kurarlar içinde yaşarlar ardından da çöpten yemek yerler" diyor. Kendilerinin öyle olmadığını çünkü Roman olduklarını belirten Hergünkoşar'ı 60 yaşındaki "mahallenin annesi" lakaplı Mircan Teyze de destekliyor ve Çingeneliği bir davranış biçimi olarak gördüğünü ifade ediyor: "Çingene affedersin adamın dilidir!"
Toplumun çoğu kesimi gibi Sulukule halkı da Çingene ifadesini bir olumsuzluklar bütünü olarak görüyor ve Roman ve Çingene ifadelerini yaşayış tarzına göre ayırarak kendilerini Serdar Özbayraktar'ın da belirttiği "daha elit" anlam ifade eden Roman kategorisine sokuyor.
Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Birol Caymaz ise tıpkı Fransızca'da ifade edilen "Les gens du voyage" (Seyahat eden insanlar) ifadesi gibi Çingene ifadesinin de belli bir kültürü tanımladığını bu nedenle de bu ifadenin tekrar kullanıma kazandırılması gerektiğini vurguluyor. Caymaz, "Eğer bu ifade kötü anlamlar çağrıştırıyorsa onların da çıkıp 'Biz Çingeneyiz' demeleri gerekiyor ki bu önyargılar yıkılsın" diyor.
Pis Çingene, barbar Türk

Ali Mezarcıoğlu Çingene kelimesinin içerdiği negatif anlamları ve bu nedenle kelimenin hakaret gibi kullanılmasını Türkiye'de bir ilk niteliği taşıyan "Pis Çingene" cezasıyla örneklendiriyor.
Geçtiğimiz yıl Ekim ayında balkondan çamaşırlarına su damlatan temizlikçi kadına "Pis Çingene" demesi üzerine F.Y. adlı bir kişi, 2.5 ay hapis ve 3 bin TL para cezasına çarptırılmıştı.
Medyada kendine oldukça geniş yer bulan bu olayı Mezarcıoğlu şöyle yorumluyor: "Herhangi bir etnik, sosyal ya da meslek grubunun adının başına 'pis' getirin, bu bir hakaret olur. Örneğin 'pis berber' derseniz bu bir berbere hakarettir; ama bu yüzden berberliğin bir hakaret olduğunu kimse iddia edemez."
Mezarcıoğlu aynı habere bir diğer bakış açısından baktığında ise şunları ifade ediyor: "Çingene kelimesine yüklenen negatif anlamları kullanarak bunu hakaret olarak kullananlar da var; ancak o zaman Çingene olmayan birisine de Çingene dediğinizde suç mu olacak? Çingene kelimesi hakaret olarak kabul edildiği takdirde işte asıl bu durum Çingeneliğin aşağılanması anlamına gelir"
Mezarcıoğlu Çingene kelimesinin hakaret olarak kullanılmasını Avrupa'daki Türk ve barbar imajıyla ilişkilendiriyor: "Avrupa'da malum bize karşı Barbar Türk imajı üretilmiştir. Buna gönderme yaparak Türk kelimesini pejoratif bir bağlamda kullananlar olabilir.
Peki bu durumda Türk kelimesi bir hakaret sözcüğüne mi dönüşecektir? Bence yapılması gereken sapla samanı birbirinden ayırmak. Herhangi bir sözcük hakaret kastı ile kullanılmışsa nefret suçundan bahsedilebilir. Diğer taraftan eğer bir tespit yapıyorsanız hakaretten bahsetmek saçmadır" diyor.
"Roman kutusu" da aynı şekilde dolabilir

Tarih boyunca farklı olanı dışlamak amacıyla değişik halklar hakkında türetilmiş deyimler kuşkusuz ki bir toplumu ifade etmek için yeterli değil.
Bu ifadelerden yola çıkarak edinilen algıların değişmesi üzerine kelimenin de değişmesi ise yararlı bir tutum olmuyor. Çünkü Çingene ifadesi nasıl geçmişte olumsuz ifadelerle doldurulduysa ve şu anda o ifadelerden kaçmak için yeni kelime kullanılıyorsa aynı kelimenin ileride aynı ifadelerle dolu hale gelmesi de mümkün.
Örneğin "Roman" kelimesi yaygınlaştığında içinin aynı ifadelerle doldurulabileceğini düşünen Mezarcıoğlu, bu kelimenin yaygınlaştığı pek çok ülkede negatif anlamların yüklenmeye başlandığını belirtiyor ve Türkiye'de de aynı sürecin yaşanabileceğine dikkat çekiyor.
"Türkçede Çingeneler İçin Kullanılan Kelimeler ve Bunların Etimolojileri" başlıklı çalışması da bulunan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Hüseyin Yıldız ise her toplumun kendi içinde farklı deyimler kullandığını, bu deyimlerin olumlu da olumsuz da olabileceğini, ancak hepsinin dilin söz hazinesinde bulunduğunu belirtiyor.
Yıldız, "Birçok milletle ilgili olarak; bazıları olumlu, bazıları olumsuz manada türlü deyimler kullanılır. Olumsuz olanları dillerin söz hazinesinden çıkarmak yanlış bir tutumdur" diyor. (GGT/HK)